BUL

REFİK HALİT KARAY GURBET HİKAYELERİ-GÖZYAŞI HİKAYESİ TAHLİLİ-İNSAN ÜZERİNE TAHLİLİ

 

Refik Halit ’in “Gurbet
Hikâyeleri”  adlı öykü kitabı yaşadığı yurt dışı sürgünü günlerindeki
vatan hasreti çektiği yıllardaki yazdığı öykülerden oluşur. 1913 ile 1918
yıllarında  ilk sürgünü Sinop, Ankara, Bilecik,
Çorum  da yaşamış sonra ki sürgününü  olan ve  uzun geçen sürgünü ise yurt dışında yaşamış ve
1913 yılından  1938’ kadar sürmüştür.
Gözyaşı hikayesinde, Refik Halit, Gözyaşı adlı öyküsünde düşman işgali altında
kalma tehlikesi altında kalan ve anayurda yetişmek için üç çocuğu ile düşmandan
kaçan,  dul bir Türk kadının çok hazin bir öyküsünü dile getirmektedir.
Yazar bu trajik öyküsünde ilerleyen düşmanın tecavüzünden ve çocuklarının
süngülenmesinden kurtulmak isteyen bir ananın üç çocuğu ile düşmandan kurtulmak
çabasını anlatır
Ayşe balkan savaşlarında
kaçarken üç çocuğunda kısa aralarla kaybetmiştir ve hayatı boyunca bunun
acısını çektiği için ağlayamaz haldedir.


HİKAYEYİ
METİNDİL  BİLİMSEL OLARAK PARÇA PARÇA
İNCELENMESİ:



Yeni
tuttuğu hizmetçi kadına dedi ki:



 - Dilin Anadoluluya benzemiyor. Rumelili misin
sen? - Erfiçe köylerindendim. Alnımın yazısı imiş, buralara düştüm. Anlıyor ki
vaktiyle sarışın imiş, mavi gözlü imiş. Artık Küçük Bencao bebeğinin saçları ne
saç ne de çimdir, cansız, kuru, soluk bir renk ve dokunuşla hışırdayacağını
düşündüğünüz bir şekle bürünmüştür. Gözleri donuk, çamurlu, katı ve eski şurup
gibi kuruydu... Bir sakız dibe battı. Hiç bu kadar kuru, kabuk gibi gözler
görmemişti. Belli ki bu kadın, Raghi'nin olduğu akşam onun kokusunu özleyecek. İçinden:
-Bir başkasını bulunca savarım! Dedi. Fakat hikâyesini dinlediği için savamadı.
Balkan muharebesi kopunca, hududa çok yakın olan köyde, bir akşam üstü şu korku
yayılmış: Düşman geliyor! Bu gelen o zamanki düşman din ve ırz düşmanıdır da…
Müslüman erkeği süngüleyecek ve Müslüman kadınını kirletecek.
(Refik Halit Karay, Gözyaşı)



Yazar burada hikayenin kahramanı olan Ayşe'yi tanımakla
başlar. Ayşe'nin burada içsel konuşmalarında geçmektedir.



 



Bütün
köy halkı, mal, mülk ne varsa bırakıp kaçmaya karar Balkan Savaşları Balkan
Savaşları, 1912-13 yıllarında Osmanlı Devleti ’nin Avrupa kıtası üzerindeki
topraklarında cereyan etmiş kanlı savaşlardır. Bu savaşta hâkim devlet olan
Osmanlı, Rusya’nın organize etti ği Sırp, Bulgar, Yunan ve Karadağlılar gibi
Balkan milletleriyle savaşmıştı r. 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul
Antlaşması’yla bugünkü sınır kesildi. Bu savaşlarla Osmanlı Devleti Avrupa
yakasındaki büyük topraklarını kaybetmişti r. Bunun asıl sebebi bu milletlerin
kuvvetli olması değil Osmanlı Devleti ’nin iç çekişme ve yanlış siyaseti dir.
Balkan Savaşı, yüzyıllardan beri bu topraklar üzerinde yaşayan Müslüman
toplulukları sindirme, imha veya muhacereti ne sebep oldu. Büyük yazarımız Refik
Halit Karay, bu savaşlarda yaşanan olaylardan birini hikâye etmektedir.
veriyor; bir anda at, öküz, araba, kaçış için ne vasıta varsa hepsi hazır
oluyor. Dul Ayşe de hazırdır; bir atı n üstündedir. Arkasında, beş yaşındaki
oğlu, belinden sımsıkı sarılmış, önünde üç yaşındaki kızı bir kuşakla
dizlerinden eyere bağlı, kucağında daha bir yaşına basmayan yavrusu uykuda...
Tepelerden ara vermeyen, soluk aldırmayan bir yağmur iniyor; kış başlangıcı
yağmuru... Herkes biliyor ki, bu devam ederse ovayı su basacaktIr; çaylar
kabaracak, nehirler taşacak, köprüler çökecek, yol, iz kalmayacaktır. Islak
gece içinde, sırsıklam bir kaf le, kimi yaya, kimi
atla koşuyor, kaçıyor



(Refik
Halit
Karay, Gözyaşı)



 



Refik Halit, Gözyaşı adlı öyküsünde düşman olan Balkan
işgali altında kalma tehlikesi altında kalan ve anayurda yetişmek için üç
çocuğu ile düşmandan  kaçan, çocuklarını
kurtarmaya çalışan, dul bir Türk kadının çok hazin bir öyküsünü dile
getirmektedir.



 



Öndeki
ümit ordumuza
yetişmek, arkadaki korku düşman ordularına çiğnenmek! Öne
bakıyorlar: Çamur, yağmur, karanlık… Şimşek bile çakmayan koyu, değişmez bir
karanlık. Arkaya bakıyorlar: Yine öyle, bataklıklar, su tabakaları, gece…
Dinliyorlar: Uzaklarda kabaran derelerin yüklü uğultusu ve yakınlarda çamura
batı p çıkan ayakların boğuk hışırtı sı… Ayşe, beline dolanan ufak kolların ara
sıra gevşediğini duyuyor. - Uyuma Ali, diyor, uyuma!



Önündeki
baş yavaş yavaş dikliğini kaybediyor, dizine doğru eğiliyor: - Uyuma Emine’m,
diyor, uyuma! Sonra kucağında kıpırdanmalar başlayıp hafi f ağlamalar işitilince: - Uyu ciğerim, diyor, uyu Osman’ım! At ikide bir sürçüyor, kapanıyor,
soluyor, kendisini toparlıyor; yine gömülüyor, yine silkiniyor, yine ilerlemeye
çabalıyor. O, yaşlı, romatizmalı, horada bir beygirdir. Toprak ise gittikçe
vıcık vıcık bir hâle gelmektedir. Yağmur kesilmek bilmediğinden saplanıp
kalmaları veya taşan bir ırmağın akıntı sına kapılarak boğulmaları ihtimali
çoğalıyor. Ayşe, yavrularına sarılarak ölmeyi, artı k, atı n ve kendisinin
kudretsizliğine bakarak fena bulmamaktadır. İçindeki en dehşetli korku şimdi
budur. : Atından ayrılarak üç canlı yükü ile yayan kalmak. Nihayet bu oluyor.
Evvelâ çöken, sonra da başını uzatı p yan üstü uzanan, bir türlü kalkmak
mecalini bulamayan   attan iniyorlar; çarçabuk iniyorlar. Zira durmadan
ilerleyen felâket 
kabilesinden ayrı düşmek, Ayşe’ye hepsinden daha korkunç
geliyor. Fakat geride kaldığını anlayıp bir müddet sıkı yürüyünce artı k bu üç
çocuğu birden taşımak, sürüklemek imkânı kalmadığını görüyor, hem koşuyor, hem
düşünüyor: İkisini olsun kurtarmak için birini feda etmek, hafifletmek
lâzımdır.
(Refik
Halit
Karay, Gözyaşı)



 



Ses işitmemek,
hareket duymamak ümidiyle dinler. Kahramanın bir anne olduğunu dikkate
aldığımızda, Karay’ın yarattığı çelişkinin gücü ortaya çıkar seçimi kendisi
yapmak istemez ,Ayşe çocuğun kendiliğinden bu yüzden bebeğinin kendiliğinden
ölmüş olmasını temenni eder.
Ayşe üç
çocuğunu da kucağına alıp kaçmaya devam eder ama yorgunluktan artık taşıyamaz
olduğu çocuklarının birini terk ederek yoluna devam etmek tercihi ile karşı
karşıya kalmıştır. Yolculuk sırasında ölmüş olan  çocuklarını bırakıp yoluna devam etmek zorunda
kalır.
Bir annenin sonu belli olmayan bilinmeyen  direncinden ortaya çıkan  çatışma, okurlarda şüphesiz trajik bir gerilim
yaratır.
Çünkü bu çatışmanın
sonunda ölüm ihtimali vardır. Sıradan bir insan olan Ayşe Karayın bu öyküsünde
artık trajik bir kahraman dönüşmüştür. Üstelik Ayşe’nin yaşadığı bu çatışma
dışsal olduğu kadar içseldir de
Öyküde ki çatışmalarda kadın çocuklarıyla çatışma halındadır çünkü çocuklar
küçüktür ve bu duruma fazla dayanamazlar yanı o kadar yolu bir topluluk halinde
bir sure sonra sürdüremezler ve pes ederler işte bu yüzden kadın çocuklarına dayan,
uyuma gibi kelimeler söylemektedir..



 



 



 



 



Hangisini?



Ayşe,
yanında diz kapaklarına kadar çamurlara bata çıka yürümeye çalışan Ali›nin
minimini elini bırakmak istemiyor. Boynuna dolanan mecalsiz kolları da çözmeye
cesareti yoktur. Kucağındaki ıslak, hareketsiz, sessiz bohça ona zaten cansız
gibi görünüyor. Belki kendiliğinden, soğuktan, sudan, havasızlıktan, ezilmekten
ölmüştür. Ananın bir ümidi budur: Yaşamadığını anlayarak, azapsız, kundağı bir
tarafa, en az çamurlu, en az batak yere bırakıvermek… Bütün o kıyamet içinde,
elinden tutt uğunu ve omzunda taşıdığını sürüklerken kucağındakine eğiliyor,
dinliyor. Ses işitmemek, hareket duymamak ümidiyle dinliyor ve kısık kısık,
ılık ılık ağladığını duyuyor, ‘eyvah!’ diyor. Bu arada, ilerleyen kafi le,
selin batı ra çıkara, vura çarpa sürüklediği bir enkazdan başka bir şey
değildir. Karanlığın içinde düşerek, çamurlara gömülenler üstüne basılarak
ezilenler çoktur. Ayşe hâlâ yükünü atmaya kail olamıyor. Yüzü ve vücudu belki
de yağmurdan fazla soğuk soğuk döktüğü terle ıslanmıştı r. Soluk soluğadır.
Dizlerinde, ayaklarını çamurdan çekebilecek kudret gittikçe azalıyor,
kollarında ve boynunda öyle bir kesiklik, bir uyuşma, bir karıncalanma, nihayet
bir duyamayış var ki… Gözlerini kapıyor, sol kolunun açılıp yükünü,
kendiliğinden, bıraktığını ancak yarı anlayabiliyor. Şimdi göğsünün üstünde
başka bir yük, daha ağır, fakat daha sıcak, daha canlı, soluyan ve sarılan
birini hissediyor: Ali, gemi azıya almış, bir atı n arkasından, üzengiye takılı
çekilen bir ceset gibiydi, yürünüyordu, yüzükoyun, elinden anasına bağlı, sürükleniyordu.
İşte o, şimdi bağrının üzerindedir. Uzun bir hasretten sonra birbirlerine
kavuşmuşlar gibi sokuluyorlar, belki de seviniyorlar. Kaçma hâlâ devam ediyor,
yağmur ve çamur da beraber… Böyle birkaç saat mi, yoksa birkaç dakika mı yine
koşuyorlar; koşuyoruz sanıyorlar. Ayşe tükeniyor, demin yolda bıraktıkları at
gibi yere
uzanıvereceğini anlayarak, haykırmak, birini imdadına çağırmak isti
yor. Yine koşuyor ve birden acayip bir hafiflik, bir canlılık duyuyor.
İleriye hamle ediyor.

(Refik Halit
Karay, Gözyaşı)



 



 



 



Ayşe, mücadeleyi yarıda bırakabilir fakat bu durum hem
kendisi, hem de çocuklarının sonu olacaktır. Kucağındaki bebeği feda etse belki
diğerlerini kurtarabilecektir. Bu yüzden, “kucağındaki bebeğe eğilir ve
dinler... Ses işitmemek, hareket duymamak ümidiyle dinler. Kahramanın bir anne
olduğunu dikkate aldığımızda, Karay’ın yarattığı çelişkinin gücü ortaya çıkar
seçimi kendisi yapmak istemez Ayşe, bu yüzden bebeğinin kendiliğinden ölmüş
olmasını temenni eder...tabiî bir annenin bu temennisi trajik tansiyonu iyice
artırır.
Karay, "sıcak ve ağlayan
bebeğ"i Ayşe'ye ağır bir "yük" olarak tanımlasa da aslında insan
olmanın ağır sorumluluğunu çok iyi anlatmıştır.



Bebek annenin uyuşmuş kolundan aşağı kayıp ölünce,
gerilim tırmanmış ve anne bir seçim yapmak zorunda kalmıştır. Ancak kollarında
tuttuğu diğer çocuğu Ali hayatta kalırsa, belki bu trajedi duygusal bir drama
dönüşecek, biraz denge, korku ve merhamet yerini biraz rahatlamaya
bırakacaktır.



anlayarak,
haykırmak, birini imdadına çağırmak isti yor. Yine koşuyor ve birden acayip bir
hafififlik, bir canlılık duyuyor. İleriye hamle ediyor. Neden sonra anlıyor ki,
boynundan sarılan zayıf, ufak kollar artı k yoktur. Emine de dökülmüştür. -Çık
sırtıma Ali, diyor, iyice sarıl, sıkı sarıl, sakın gevşeme! Ve böyle, kanının
son ateşini yakarak, kayıp düşerek, yine kalkarak, yine yuvarlanarak yağmur,
ter, gözyaşı yüzünü yıkaya yıkaya, biteviye, mola vermeden yürüyor. Ali’sini
kurtarmış olmak sevinciyle. Öbür felâketlere katlanıp ümit içinde yürüyor, kafi
leye yetişiyor, kafilenin önüne geçiyor, kafi leyi geride bırakıyor ve seher
vakti ay yıldızlı bir ıslak bayrak çekili küçük bir kasabaya varıyor. Yükünü
bir cephane sandığının üstüne indiriyor: - Kurtulduk Ali, diyor. Kalk Ali! Ali
kalkmıyor, kımıldamıyor. Ayşe, saatlerden beri bir ceset taşıdığını anlamıyor,
anlamak istemiyor, hâlâ: -Kalk Ali, kurtulduk Ali! Diyor, gülümsüyor,
mütemadiyen, geceki yağmur gibi dökülen coşkun gözyaşları içinde gülümsüyor.
(Refik Halit Karay, Gözyaşı)



 



 



 



ki çocuğunu kurtarmış olmanın sevinciyle herkesten
önce kasabaya varan Ayşe’nin, Ali’ye seslendiğinde hiç bir ses alamadığı o an,
trajedi bütün unsurlarıyla ortaya çıkarla kalkmaz, kımıldamaz. Ayşe
"birkaç saattir cesedi taşıdığını" anlamadı, anlamak istemedi. Tıpkı
Karay'ın hikayesinde olduğu gibi, ölümle biten, içimizi titreten ve sefil
hissettiğimiz bir hikâye yaşıyoruz. Dolayısıyla hikâyede ölüm varsa trajedinin
izini sürüyoruz. Modern eleştirmenler trajedinin ölümünü ilan etseler de
trajedi, insanlık durumunu açıklamanın önemli bir yolu olarak edebiyatta var
olmaya devam ediyor. Zaman yan yana durur. İnsanın mücadele, ıstırap, yenilgi
ve ölümünde bize çok aziz gelen bir şey vardır çünkü. Temel malzemesi insan ve
insanlık durumu olan edebiyat da işte bu yüzden bir yönüyle hep trajiğe bakar.
Çünkü insan, sırtında, bilmediği, bilmek istemediği bir “ceset” taşımaktadır.
Trajik biraz da bununla yüzleşmekten doğar İnsan kendini, doğuştan, başa
çıkamayacağı güçler karşısında mücadele verirken bulur. Edebiyat da en fazla bu
mücadeleden beslenir. Bu güç bazen doğa şeklinde, bazen tanrı şeklinde, bazen
kader şeklinde, bazen şeytan şeklinde, bazen de insan benliği şeklinde karşımıza
çıkmaktadır. Mevcut. Ahlaki zayıflık bazen tutkudan kaynaklanır. Bazen insanlar
yıkıma ve ölüme gitmeye isteklidir. Bazen bu tür yürüyüşler Ayşe'nin
hikayesindeki gibidir,, insanın zorunlu olarak seçtiği bir yoldur. Aslında ne
bir hırsı vardır ne bir günahı; kendini adeta eylemsiz bir nesne gibi
senaryonun içinde bulur. İnsanın ayakta kalma azmi, kontrol edilemeyen güçlere
karşı direnme ve savaşma mücadelesi, günah 
olsa dahi  başkaldırma meyli
doğasında bulunmaktadır.



 



 



 



Hizmetçi,
donuk, fersiz, katı , suyu çekilmiş kuru böcek kabuğu gözlerini işaret etti :
-Bey, dedi, işte o günden beri ben ağlayamam, ağlamak istesem de bilmem ki
neden gözlerimden yaş gelmiyor!

(Refik Halit
Karay, Gözyaşı)



 



İster sıradan insanlar
ister seçkinler olsun herkesin ölümü trajik bir yön bulabilir, ancak çatışmayı
trajediye dönüştüren ölümdür. Gözyaşında Ayşe'nin (iç ve dış) çatışmasının
sonunda başarısızlığı, ancak ölümle yüzleşmemesi dramatik bir etki yapabilir,
ancak bir trajedi olmayacaktır. Her ne kadar dirense de başarısızlığın tadına
varmıştır ve ölümü engellemekten başka çaresi yoktur. Aslında gücü ne kadar
büyüktür. Hayata trajik bir pencereden bakanlar için Ethel'in hali denilebilir.
insan durumunun genelleştirilmesi.



SONUÇ



Gözyaşı, yazılış biçimi bakımından asıl hikaye sonlarda
anlatılır yani o anki zamandan eskiye doğru gider. İlahi bakış açısı hakimdir.
hikayeden söz edeyim, hikaye balkan savaşlarında yaşamış olan Ayşe üç çocuğuyla
olan acı zamanlarını hizmetçi olarak çalıştığı yerde patronuyla konuşmasını
anlatır. Ayşe balkan savaşlarında kaçarken üç çocuğunda kısa aralarla
kaybetmiştir ve hayatı boyunca bunun acısını çektiği için ağlayamaz haldedir.


Hiç yorum yok